You are currently viewing KARDA YEŞEREN ÇİÇEK   (Bölüm 2)

KARDA YEŞEREN ÇİÇEK (Bölüm 2)

Hayatımda ilk kez bu halde buluyordum kendimi. Bu denli karmaşık duygularla daha önce karşılaşmış mıydım ?Hatırlamıyorum…

Ailemi kaybettiğimden bu yana kendimden başka kaybedeceğim bir şeyim kalmadığı için attığım adımların, girdiğim yolların tehlikesi gözümde pek bir şey ifade etmiyordu. Korku duyusundan bir haberdim. Değer verdiğim hiçbir şey de yoktu. İşte bu, beni kör bir maganda kurşunu yapıyordu. Sonumun nerde, ne zaman, ne sebeple geleceği belirsiz olmakla birlikte nitekim benim gözümde de değersiz birer kavramdan öte değillerdi bunlar. Kime neye ait olduğum, kimin için bir değerim olduğu konusunda soru işaretlerim hiç olmadı… Bu duyguyu belki de hiç yaşamadığım yada hayat karşıma böyle bir şey çıkarmadığı içindi. Bu yüzden de ardıma bakmazdım.

KARDELEN…

Bana ne yaptın …?

Çelik zincirlerle mühürlediğim, beton duvarlarla ördüğüm bu kalbi, bu ruhu, gözlerinle sadece o gözlerinle yerle bir etmeyi nasıl başarabildin ?

Gözlerimi açtığımda koltuğun yanına uzanmış bir şekilde buldum kendimi. Aklıma ilk gelen şey o kızdı yine. Başımı yattığı yatağa çevirince yatağın bomboş olduğunu gördüm. Ayakkabıları da yoktu ve kabanım koltuğun üzerinde duruyordu. Başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü.

Kabanımı alır almaz daha giymeden dışarıya attım kendimi. Dışarı adımımı attığımda fırtınanın ve tipinin şiddeti olanca gücüyle yüzüme tokat gibi çarpmıştı. Vücudumu delip geçen bir soğuk ile karşı karşıya kalmıştım.

Umurumda değildi havanın soğukluğu. zihnim tek bir şeye kilitlenmiş vaziyette onu aramaya odaklanmıştım. Onu bulma ümidi haricinde hiçbir şey hissetmiyordum. Yol ayrımına kadar aralıksız koşmuştum. Gidebileceği farklı bir yol yoktu buraya kadar.

Tipiden hiçbir şeyi göremiyordum. Sağa sola koşuşturmaya devam ettim. Fırtına da inatla şiddetini artırmaya devam ediyordu ve hava sıcaklığı daha da düşüyordu. Kendi bedenime olacakları artık umursamıyordum düştüğüm telaştan ötürü. Onun bu hava da nasıl hayatta kalacağı korkusuyla gittikçe soğuyan havanın kendi nezdimde bir önemi kalmıyordu. Korku ve stresle ne yaptığımı bilmez bir şekilde onu bulduğum yere kadar gelmiştim.

Gözlerime bir kez daha inanamadım. Gidebileceğine dair en son ihtimal verdiğim yerdeydi. Onu kurtardığım yere doğru bakıyordu yukardan. O ince elbisesi hala üzerindeydi.

Neden tekrar buraya gelmişti. Ölüme terkedildiği yere, yıkıma uğradığı yere neden tekrar gelsin bir insan ölümü göze alıpta.

Onun bu korkusuzluğu, vazgeçmişliği belki de pes etmişliği beni ciddi anlamda korkutmaya yetmişti.

Yanına yaklaştıkça hıçkırık ve ağlama sesini duymaya başlamıştım. Bu iyiye alamet değildi. Kendini boşluğa bırakacaktı. Kalan tüm gücümle ona doğru koşmaya başladım.

Kollarını açıp kendisini boşluğa doğru serbest bıraktı…

Anlamıştım.

Hayattan çoktan vazgeçmişti, hissedebiliyordum. Yaptığı, yapmaya çalıştığı şeyleri bir insan kolayca yapamazdı çünkü.

Gözlerimin önünde kayıp giderken son bir çaba ile parmak uçlarından yakaladım ve bir kez daha kendime çekerek beraber yolun diğer tarafına doğru düşmüştük. Başını göğsüme alarak onu sardım ki düşme esnasında sert bir yere çarpmasın.

Ancak kendim o kadar da şanslı değildim.

Onu koruyabilmiştim ama kendim için aynı şey geçerli değildi. Düşerken kar ile örtülmüş büyük bir kayaya başımı şiddetli bir şekilde çarpmıştım.

Beraber yere yığılmıştık.

Bilincim yarı açık yarı baygın şekilde gözlerimi hareket ettirmeye çalışıyordum. Ve farklı bir renk daha görmüştüm olduğum yerde yatarken.

Kırmızı…

Kardelenin sesini duymuştum. Daha doğrusu acı çığlıklarını… Bir yandan ağlıyor diğer yandan beni kendime getirmeye çalışıyordu. Yarı baygın bir şekilde sadece yüzüne bakabiliyordum.

Hareket edemiyordum . Vücudum ağırlaşmıştı.

Onun kucağındaydım. Olup olabileceğim en güzel yerdeydim.

Göz yaşları yüzüme damlıyordu ve başımdan akan kan ile birleşiyordu. Beni o halde gördükçe daha çok korkuyor ve ağlıyordu görebiliyordum.

Gözlerine bakınca yine kaybediyordum kendimi. Acıya veya soğuğa dair hiçbir şey hissetmiyordum. Sadece mutluydum.

Aklımda tek soru burada ölürsem o ne yapardı burada tek başına… Az önceki yapmaya kalkıştığı şeye yeniden kalkışacaktı eminim. Hem de bunu suçluluk psikolojisi ile çekinmeden yapacaktı. Buna izin veremezdim.

Başını göğsüme koydu ve hıçkırıklarla ağlamaya devam etti.

Onun bu üzüntüsünü artık kaldıramıyordum.

Elimi kaldırdım ve başının üstüne zorda olsa koyabildim. Bir anda bilincim yerine geldiğini fark edince sarıldı bana ve daha da şiddetli ağlamaya başladı.

Mutluydu sanırım. Belki de çok korktuğu içindi bilmiyorum. Ancak düşündüğü gibi bilincim tam anlamıyla yerinde değildi. Nitekim bulunduğum vaziyet ne olursa olsun mutluydum. Hissettiğim acıların bir önemi yoktu. Bana böyle sarılacağını bilsem, ölene kadar başımı taşlara vurmaya razıydım. O denli mutluydum.

Soğuk ve üşümüş elleri ile beni kaldırmaya çabalıyor göz yaşları ile birlikte. Zorlanıyordu ama tüm gayretiyle beni ayağa kaldırmaya çalışıyordu. Her şeyden öte o denli tipi soğuğunu iliklerime kadar hissetmeme rağmen üşümemiştim ama O’nun soğuk ve üşümüş elleri yüzüme değdiği anda ruhuma kadar buz kesilmiştim tir tir titremiştim. Kıyamamıştım onun üşümesine.

Zorda olsa kolumu omzuna atmıştım. Ondan güç alıyordum. Kabanı ikimizin üstüne atmıştı ve hafif zayıflamış fırtınada eve geri dönüyorduk sendeleyerek.

İçeri girdiğimiz de beni, onu yatırdığım yatağa oturttu ve telaşla çekmeceleri kurcalamaya başladı. Çok korkmuştu ve telaşlıydı. Tıpkı onu buraya ilk getirdiğim zaman benim olduğum gibi. Bir kaç sargı bezi ve ilk yardım malzemelerini bulunca alelacele yanıma koştu. Sürekli beni iyileştireceğini söylüyordu. Belli ki çok sulu gözdü. En ufak şeyde gözleri doluyordu.

Anlayamıyordum. O kadar soğuk ile karşı karşıya kalmasına rağmen nasıl bu denli hareketliydi. Anlam veremiyordum.

Onu bu şekilde ilk defa görüyordum.

Başımı gazlı bez ile temizledikten sonra sarmaya başlamıştı. Gözlerimi ondan alamıyordum. Benim için telaş yapması, beni öyle ilginç duygulara itiyordu ki bir anda üşümem geçmişti sanki. Oda da ısınmaya başlamıştı birden. Sanırım ona karşı hislerimden dolayıydı.

Garip hissediyordum.

Bir kaç saniye sonra bana bakışlarında bir anormallik sezdim. Tedirginliği gittikçe artıyor göz bebekleri korku ile büyüyordu.

Daha sonra fark ettim de üstüme bir şey damlıyordu. Üstümdeki kar eriyordu sanırım. Ancak Kardelenin bakışları damlayan şeyin eriyen kar suyu olmadığını teyitliyordu bana. Burnumdan geliyordu bu damlayan şeyler. Her şey bulanıklaşıyor ve karmaşıklaşıyordu. Bir kaç saniye sonra hava hızla kararmaya başlamıştı. Sanki zaman hızla akıyor gibi kaldığımız odanın içi karanlığa gömülüyordu…

Tek açıklaması vardı.

Bilincimi kaybediyordum… ve her yer kapkaranlık oluyordu.

Karanlığın ışığı ile baş başa kalıyordum…

KARDELEN… Beni yalnız bırakmayacaksın değil mi …?

Bir yanıt yazın