You are currently viewing BU KIZ…

BU KIZ…

Kelimelere anlam katan insanlardı dedi, okuduğu satırları belki de onuncu defa okurken. Her okuduğunda başka bir satıra kalbini emanet ederken, okuduğu satırlar kanat olup uçururken kalbini. Bu defa “okumayacağım artık!” dedi, kandırırken kendini ve kandıramazken yine kendini.
Yirmi küsur yıldır dünyadaydı ve varlığı öylece yalın bir şekilde devam ediyordu, yani o böyle tanımlıyordu varlığını. Bir şeyler yapmalı! dedi, yaptığı şeyleri bir şey olarak dahi görmezken. Anlattığının bi ve bir ayrımı olduğunu da söylemek istedi ama neyse dedi Türk Dilini ve Edebiyatını severiz deyip kenara bırakıverdi cümlelerini. Evet! bir şeyler yapmalıydı, hem de hemen!..
Bir anlamı olmalıydı yaşamın.
Bulutların arasından görünen güneşin, yapraklarını sarartan ağaçların, çukurlarda biriken yağmurların, buz gibi havada bisiklet süren çocuğun ..
Bir anlamı aramak, anlamak için çıkmıştı yola.
Otobüs camına başını yasladığı sırada güneş yüzüne yüzüne vururken,
Kahretsin! dedi, yüzümdeki sivilceler belli olacak şimdi.
Bir anlam aramaya çıkıyor, sivilceden öteye gidemiyor. Bu kız aramayı bilmiyor arkadaşlar, siz bi çaldırıp kapatsanıza…
Otobüsün camından bakarken kurduğu cümlelere orta kapının önünde
“Kaptaan orta kapı!” diye bağırırken de devam ediyordu. “Kaptan’a bağırmanın da bir anlamı olmalı” diyecek değildi herhalde çünkü tüm kaptanlar bilir ki o orta kapı açılmak için şööyle ciğerden bir seslenişi hak eder.
İnerken ahenkle açılan orta kapı ve sabırla (!) otobüsünün gelmesini bekleyen insanların bakışları eşliğinde kulağından gelen ritimle yollara düştü.
Nefessiz kalışını olduğu gibi , yürüyüş hızını da kulağındaki ritim belirlediğinden, yorulduğu yerde sakin tınılar seçerek bu defa da zavallı kalbine yüklüyordu tüm ağırlığı. Ayacıklarının onu götürdüğü tüm yolların sonunun bir başka mevzuya çıktığını bildiğinden bu defa onlara söz hakkı tanımadan bir rota belirledi. “On metre sonra sola dönün” diyen navigasyonu değil, kalbiydi yani (nitekim navigasyonu hep kalbiydi ama bilmiyordu zavallı). Ve o bu tarife kulak verip çoktan dönmüştü “soluna”. Kalbinin tarif ettiği yolun sonu nereye mi çıktı dersiniz? Elbette çıkmaz bir sokağa. Ayaklarını değil kalbini dinleyince bu kız bu sokaktan çıkamıyor arkadaşlar, gelip alsanıza…

This Post Has 2 Comments

  1. Burda.Misafiriz

    Kaybolmuşluğun suçunu ne ayaklara bulmalı ne kalbe. Suç, çürümeye yüz tutmuş ” Giriş, Gelişme ve Sonucu Olumsuz Fikirlerden İbaret” olan içinde bulunduğumuz hayat olgusunda. Gün geçtikçe bulanıklaşan, kararan umutlar ne kalbin kararıydı ne zihnin ne ayakların. Etrafında savrulduğumuz hayatın… Bizimde en büyük hatamız hayatın bu hileli adımlarına adil cevap vermekti. Nitekim çıkmaza nasıl girdiğimiz değil “nasıl çıkacağımız” önemli. Yardım bekleyerek mi… ? Çıkılmaz olduğunu kabul ederek mi ? Ya da çıkmazı imkan bilip orada kendi ellerimizle yeniden doğarak mı ? Hayat 3. seçeneği hiçbir zaman sevmedi. Kaybedeceğini bildiği için. Çünkü 3. seçenek hayat için adil olmayan tek seçenekti. Hayatın bize gösterdiklerini hepimiz görürüz. Ama saklamaya çalıştığı şeyleri (imkanları) fark ettiğimiz an , savrulan tek şey hayatın kendisi olacaktır.

    Elinize sağlık güzel ve içten bir paylaşım olmuş.

  2. Sehirliheidi

    Merhaba, öncelikle değerli yorumunuzu için çokça teşekkür ediyorum size. Sözleriniz öyle güzel ki ..
    “Hayatın saklamaya çalıştığı şeyleri” fark edecek şifa dolu bir ruh diliyorum hepimiz için, hoşçakalın..

Bir yanıt yazın