İnsan doğdu, büyüdü ve bir amaç uğruna öldü. Bir cümleye sığabilen bu kısır döngüyü yaşayan milyarlarca yaşamın müşterek bir temeli olabilir mi? Sorulan bu sualin cevabı sosyoloji, felsefe gibi bir çok ilme dayansa da geçip giden ömrümüzde gözlerimizi gerçekten açtığımız sürece cevap çoğu zaman açıktır.
İnsan, yaşamını acıları üzerine kurar. Bu kaçınılmaz ve inkâr edilemez gerçeği kimileri çoğu zaman görmezden gelir yahut kabullenmez. Bizi biz yapan her şeyin tercihlerimiz olduğu iddia edilir. Lâkin seçmediklerimizden asla bahsedilmez zira şunu unuturuz; her tercih bir vazgeçiştir. Vazgeçtiklerimizi düşünüp var olabilecek bir geleceği tahayyül etmekten korkarız. Onun yerine vazgeçişimizin temeli olan tercihimize odaklanırız sadece. Özgür irademizle bu kararı verdiğimize inanırız. Yaptığımız her şeyin her daim arkasında durmaz mıyız? Bunun sebebi çok açıktır. Çünkü yaptığımız tercihlerin günü geldiğinde pişmanlığını yaşayamayacak kadar korkağızdır çoğu zaman. Acılar üzerine kuruyoruz hayatı çünkü bahsedilen tüm tercih ve vazgeçiş durumları evvelce düştüğümüz müşkül durumların tezahüründen ibarettir.
Özgür irade kavramı her ilmî, edebî yayım ve eserlerde sıkça değinilen bir konudur. Öyle ki evrenin temel yapıtaşları olan atomların ve atom-altı parçacıklar bile belirli bir düzen içinde, muayyen kurallara göre hareket ederken insanın kendisi özgür iradeye sahip olabilir mi? Bunun yanı sıra gözümüzü açtığımız bu savaş meydanı dünyaya adım attığımız günden beri manipülasyon evrelerine maruz kalmadık mı? Şöyle ki yaşadığımız çevre, ebeveynlerimiz, okuduğumuz kitaplar ve sayılamayacak birçok etmenin yine bizi biz yaptığı söylenir. Peki bize dayatılan ve sonuç olarak sözde kendi kararımız olduğunu iddia ettiğimiz tercihleri yaratan içsel ve dışsal etmenler aslında bizi bizden soyutlaştırıp, farklılaştıran hatta belki de özümüzün tam inkârı olan birine dönüştürmüş olamaz mı? Bilhassa olabilir zira hiçbir şeyden emin olamamaktır zaten insanın en büyük mahkûmiyeti.
Yaşamın temellerini kuran göksel durumların yanı sıra öz bilincini fark edememiş kimseler kaybolmuş hayatlardır. İnsanı diğer canlılardan ayıran bir diğer özelliğin öz farkındalığı haiz olmasından kaynaklandığı söylenir. Lâkin öz farkındalık ayna karşısına geçip kendini betimlemekten ibaret olamaz. Yaptığı her şeyi doğru idrak eden, özgür iradesinin manipülasyona maruz kalmadığını iddia edenler bilincinde öz farkındalığa sahip olamayanlardır. Özgür irade tabiî şekilde vardır lâkin doğumumuzdan buyana deformasyona uğratıldığı inkâr edilemez bir beyandır.
Sonuç olarak acılarımızı göz ardı etmemeliyiz, onları birer kum tanesi gibi görüp yaratacağımız dünyanın yapı taşları olarak kullanmalıyız. Fakat bunu yapan her insan gibi acıların esiri olma yanılgısına düşmek koca bir sahile bakıp bir tek kum tanesi bile görememekten farksızdır. Özgür irademizin manipülasyonu sonlandırılamaz lâkin bunu azaltmak, benliği korumak elzem bir durumdur. Her şeyden öte kurduğumuz veya kuracağımız yaşamın dehlizlerinde boğulmak yerine mutluluğun başka diyarlarda kovalanmaması gerektiğini bilmeli insan. Mutluluk denen yanılgı bir başkasında yahut bir eşyada bulunamaz. Bunu bulabilmek için bilincimizdeki öz farkındalığı kavramalıyız yoksa yitip giden ve zamanı ziyan eden et parçalarından ötesi olunamaz. Gözlerini aç!
Güzel ve düşünmeye sevk eden bir paylaşım. Ellerine ve yüreğine sağlık.
Diğer yandan şöyle düşünüyorum,
İnsan yapısı; karmaşık algoritması ve bazende öngörülemez tepkileri, anlam sınırlarını yıpratacak ve zorlayacak davranışlar sergiliyor, beklenmedik kararlar alıyor. Malesef bu, tüm insanlığın kurtulamayacağını düşündüğüm bir zaafiyeti. Bunu kabul etmek zorundayız. Bu durum, yaşantılar, düşünceler, hisler gibi ruhu ve kalbi derinden etkileyen her türlü değişkenin sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Bazı yaşantıların insan da bıraktığı etkinin boyutunu kişinin kendi bile farkedemiyor ve karmaşanın içinde buluyor kendini. Nitekim bilimin kendisi de cevapsız kalabiliyor.
Özetle, insan yine doğru veya yanlış olup olmadığını bilmeden bir seçim yapmak zorunda kalıyor arayışı yolunda. Bir şeylerden vazgeçmeden, bir şeyleri kaybetmeden aradığını bulamıyor. O karanlığa düşmeden, o derinlerde boğulmadan gözlerini açamıyor bazen…
Değerli yorumun için teşekkür ederim. Aslında bahsetmek istediğim paradokstaki madalyonun öbür yüzünü gayet iyi yansıtmışsın. Karanlık olmadan aydınlık da olmuyor.