Uyanmayı bilmediğimiz, belki de beceremediğimiz bir rüyayı yaşıyoruz.
Kalkmak istemeyen bir beton duvarı andırır gibi bağlamışız yüreklerimizi suskunluklara.
Öfkemiz bile mahur bir mayhoş olmuş avuç içlerimizde.
Sebepsiz yere kanayan yaraların esiri olmuşuz kağıttan parmaklıklarda.
Gözyaşını silecek dermanı olmayan sıradanları oynamaya başladık iki taş arasında.
Çıkarıp atmak istedikçe soldan yok olduğunu hissetmedik bile…
Göz göre göre dost olduk o yılana, bana dokunmayan bin yaşasın diye..
İzlemeye izni olmayan seyircilerdik kendi hayat tiyatromuzda.
Onlar dedi… Bizler de yaptık sadece…
Uçmayı arzulayan balıklara bile imrenir olmuşuz köşede umutsuz.
Silsen silemezsin seni, sevsen sevemezsin seni.
Çek çıkar beni burdan diyip genç bir el uzattıysak da o çukurda kendimize.
Yine kendimiz görmezden geldik o yaşlı ve titreyen ele…
Kaybına bile üzülmeyeceğimiz soyut artıklardı belki de ufak tefek heveslerimiz kimine göre,
Soramazsın ki o jileti koluna değil de kalbine çekmiş yaşayan ölülere.
Lime lime olmuş gülümsemeleriniz niye…
Açmadan solmayı miras aldık o deniz kıyısından en sonunda.
Kim bilir belki de ikisi de tuzludur diye denizlere milyonların gözyaşıdır dedik.
Fakat yine sadece parmak uçlarından kayıp gidenleri izledik… O gidenler biz değilmişizcesine.
Balıkların suya, kuşların uçmaya hasreti gibi asgari idik hayatta.
Ama kimseler bilmedi. Suyu olmayan balığa da, uçamayan kuşa da nefes yoktu bu arafta.
